Kartalhaber yazarı; araştırmacı Andrew Simens, Beşiktaş'ın eski yabancı futbolcuların izini sürüp, ziyaret veya telefon ile röportajlayıp, Beşiktaş tarihini aralamaya devam ediyor.
İşte, Barcelona'dan Beşiktaş'a transfer olmak için o dönemki Fenerbahçe teknik direktörüne yalvaran Kara Kartal'ın ilk yabancı futbolcusu; Tibor Szalay'la yapılan röportaj:
Andrew Simens: Tibor Szalay merhaba, uzun zamandır sizi arıyorduk. 82 yaşındasınız, eminiz bize anlatacağınız çok şey var ama öncellikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Tibor Szalay: Bugün sadece 2000 kadar insanın yaşadığı Gbelce köyünde doğdum. Bir ara Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun himayesinde olan bu yer, sonra Çekoslovak ordusunun gelmesiyle, el değiştirdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında tekrar Macaristan tarafından alınsa da, en son Slovakya topraklarında kaldı. Köyde hala çoğunlukla Macarlar yaşıyor.Altı yaşındayken ailemle Budapeşte’ye taşındık. Tek çocuktum. Futbolu sokaklarda öğrendim. İki ayağımı da kullanabiliyordum, ama sağı tercih ederdim. Ayrıca hızlıydım, o yüzden kariyerim boyunca sol kanat oynadım. 14 yaşında Macaristan’ın köklü takımlarından MTK’nın altyapısına girdim. 16 yaşında genç takımla birlikte İngiltere’nin Londra ve Newcastle şehirlerine maça gitmiştim. Oradayken Macaristan’ımıza Sovyet Ruslar girdi ve ben ülkemi işgal atlında görmek istemedim, o yüzden Avusturya’nın başkenti Viyana’ya gittim. Gerçek anlamda hayata burada başladım.
AS: Futbola profesyonel olarak başlangıcınız nasıl oldu?
TS: Mülteci olarak gittiğim Avusturya’da Austria Wien takımı beni hemen kadrosuna kattı. Burada sezonun tüm maçlarında oynadım ve 2-3-5 düzeninde oynadığımız bir zamanda, orta saha oyuncusu olmama rağmen, oynadığım maç sayısından daha fazla gol atarak bazı takımların dikkatini çektim.
Böylelikle Sevilla maceram başladı ertesi sene. Burada üç senede, yetmişten fazla maçta oynayıp, 25 gol attım. İspanya Ligi gol krallığını iki defa kaçırdım. Birini Alfredo Di Stefano’ya ve diğeri vatandaşım Ferenc Puskas’a. İkisi de dünyaca ünlü futbolculardı, bu yüzden çok üzülmüyorum. Sevilla ile Real Madrid, Barcelona ve Atletico Bibao’nun ardından dördüncü olduk. Ona da çok üzülmüyorum! Sonuçta Real Madrid beş defa üst üste Avrupa Kupasını (şimdiki Şampiyonlar Ligi) kazanan bir ekipti o zamanlar.
İspanya’daki 4. senemde Barcelona’ya transfer oldum. Barcelona’daki ilk senemde dünyaya nam salmış çok önemli Macar takım arkadaşlarım ile korkutucu bir hücum kurduk: Laszlo Kubala, Sandor Kocsis, ve Zoltan Czibor. Şampiyonluğu kıl payı kaçırdık ama en büyük çöküntüyü Avrupa Kupası finalinde yaşadık. Benfica’ya karşı 3-2 kaybettikten sonra, çoğu futbolcu futbola küstü ve takımdan ayrıldı. Bu yüzden Barcelona’daki ikinci senemde takım adeta çöktü. Ben de ayrılmamın doğru olacağını düşündüm ve o hemen o yaz Amerika Birleşik Devletleri’nde gelişen futbolu desteklemek için Macarların kurduğu takım olan New York Hungaria’ya gittim. Orada sadece yazın oynayıp, normal sezon için İspanya’ya, Real Murcia’ya, transfer oldum. Burada oynadıktan sonra, yine bir sonraki yaz Hungaria formasını giydim. Hayatımdaki bu boşlukta Beşiktaş beni buldu. Ben de kendimi…
AS: Beşiktaş’a geliş hikayenizden bahsedebilir misiniz?
TS: o dönemde Fenerbahçe’yi Macar teknik direktör Ignec Molnar çalıştırıyordu. Beşiktaş’a karşı oynayacakları dostluk maçı için, beni ve MTK ile İspanya’da beraber futbol oynadığım vatandaşım, rahmetli Janos Kuszmann’ı -namı diğer John Erwin Kuzman- İstanbul’a davet etti. Janos ile beraber tribünde yerimizi aldık. Maç esnasında hiç birimizin ağzını bıçak açmıyordu. En sonunda dayanamayıp “Şu Beşiktaş güzel takım” dedim. “Oh be, ben de aynı şeyi düşünüyordum!” dedi, Janos. Biz siyah-beyaz renkleri daha çok sevdik. Ayrıca, tribünde oturan Beşiktaşlılar yabancı olduğumuzu öğrenince ellerinde ne yemek varsa bizim ile paylaştılar. O gün, renkler ve taraftarlar bizi Beşiktaşlı yaptı diyebilirim. Ama çekiniyorduk çünkü sonuçta Fenerbahçe teknik direktörün davetlisi olarak gelmiştik. Yine de dayanamayıp maçtan sonra Molnar’a giderek “Acaba Beşiktaş teknik direktörüyle bizim hakkımızda konuşur musun?” dediğimizde gözleri yuvalarından fırlayacaktı. Ama sağ olsun konuştu ve hemen ardından ikimiz de sözleşme yaptık. Yaş olarak büyük olduğum için ilk imzayı ben attım ve Beşiktaş’ın ilk yabancı futbolcusu olmanın onurunu yaşadım. Tamamen birkaç ay önce doğmuş olmanın şansıyla!
AS: Beşiktaş’ta geçen zamanınızdan bahseder misiniz? Resmi kayıtlarda sadece üç maç oynadığınız yazıyor, bu doğru mu?
TS: Hayır, bütün bir sezon oynadım. Herhalde kayıtlar doğru tutulmamış o zamanlar. Başkanımız Hasan Salman, Teknik direktörümüz Ljubisa Spajic’ti. Başkanından çalışanına kadar takım iyiyse, şampiyon olursunuz. Çok bilgili ve iyi bir teknik direktörümüz vardı. Yugoslavlar iyi taktikçiydiler, ellerindeki az malzemeyi nasıl kullanacaklarını iyi bilirlerdi.
İlk maçımız Eskişehir’e karşıydı, ben yedek listesindeydim. Yerine gireceğim oyuncu iki gol atınca, teknik direktörümüz hat-trick yapsın diye bekledi ve bu şekilde 6-0 kazandığımız o maçta hiç oynamadım. Ama ondan sonraki neredeyse her maçta oynadım.
Takımdan Yusuf, Sami ve Ahmet’i çok iyi hatırlıyorum. Maçları tek tek hatırlamıyorum, çünkü üstünden 55 sene geçti. O sene çok kar yağmıştı ve sahalar çok kötüydü. İstanbul yine fena değildi, ama İzmir ve Ankara deplasmanları tam çamur banyosuydu.
Kurban Bayramı öncesi bir maça siyah-beyaz yavru bir kuzu ile çıkıp seremonide onunla fotoğraf çektirmiştik. O maçı kazanınca maskotumuzu kesemedik. O sene şampiyon olunca da hayatını bağışlamışlardı. “Şampiyon Beşiktaşlı” olabildiğime bugün bile çok mutluyum.
AS: İstanbul’u ve Türkiye’yi nasıl buldunuz? Kolay alışabildiniz mi?
TS: Kuszmann ile ev arkadaşıydık. Önce Avrupa yakasında yaşadık. Kuszmann burada çok çapkınlık yapınca Asya tarafına taşınmak zorunda kaldık! Yemekler harikaydı. Izgaralar, Macar yemeklerine çok benziyordu. İnsanlar Macar olduğumuzu öğrenince, “Ah kardeş” diyorlardı. En kolay yaşadığım yerdi. Hayat daha güzel olamazdı. Antrenmanları Şeref Stadında yapıyorduk, hemen boğazın ve sarayın dibinde, maçları ise Galatasaray’la paylaştığımız statta. Ama şimdiki Vodafone Park gibi muhteşem değildi!
AS: Vodafone Park’ı nerede gördünüz? Nasıl yani?
TS: Sizin yayıncı kuruluşunuzun kanalından izliyorum. Ben burada altyapıyı kurdum, sen hiç merak etme. Neredeyse hiçbir Beşiktaş maçını kaçırmıyorum. Bu sene iyi olmayan takımlara karşı kaybettik maçları. Ama 6-7 futbolcu alırsak düzeliriz.
AS: Bir sezon oynayıp ardından ayrıldınız. Ayrılık sebebiniz neydi? Ayrıldıktan sonra hiç Türkiye’ye döndünüz mü?
TS: Daha önce dediğim gibi Birleşik Devletler o zamanlar futbolda büyük atılımlar yapıyordu. Pele, Beckenbaur, Puskas gibi oyuncuları transfer ediyorlardı. Yaş itibariyle yavaş yavaş maddi olarak geleceğimizi düşünmek zorundaydık ve Kuszmann ile beraber ayrıldık takımdan. Bir daha da dönmedik. Hatta geçen onca zamandan sonra ilk defa Beşiktaş için röportaj veriyorum.
AS: Macaristan Milli Takımı, oynadığınız dönemde dünyanın en iyi milli takımlarından biri olarak gösterilir. Eski günlerinden neden bu kadar uzak şimdi?
TS: Hiç sorma, hepsi çok tembel! Nereden nereye geldiğimizi hiç anlamıyorum. Konuyu kapatalım bence. Boş ver sen bana başka soru sor.
AS: Günümüz futbolu ile sizin dönemdeki futbolun farkları neler?
TS: Eskiden oyun futbola daha çok benziyordu, şimdilerde daha fiziksel. O zamanlar beş forvet ile sahaya çıkıyorduk, akıllı ve sakin olan kazanıyordu. Şimdilerde ise güçlü olanlar kazanıyor.
AS: Unutamadığınız maç ve gol hangileri?
TS: İkisi de aynı maçtan. Sevilla’da oynarken, o zamanlar dünyanın en iyi forveti Ferenc Puskas’lı Real Madrid’i 4-1 yenmiştik. O maçta iki gol atmıştım.
AS: İdolünüz kimdi?
TS: Yine Ferenc Puskas diyebilirim. Hala her sene en jenerik gol için Puskas ödülünü verirler. Bu yeterince açıklayıcıdır. Ama Puskas sadece idolüm değil aynı zamanda arkadaşımdı. ABD’ye geldiğinde bizim New York’taki evimizde kalırdı.
AS: O dönemde giydiğiniz Beşiktaş formanız hala duruyor mu?
TS: O zamanlar formalar şimdiki gibi değildi. Çok yıpratmıştım formamı ve dağılmıştı. Yanıma alamadım.
AS: Beşiktaş’ta oynadığınız dönemden unutamadığınız bir tezahürat var mı?
TS: Siyah! Beyaz!
AS: Tibor Szalar şimdi neler yapıyor?
TS: Macaristan, İspanya ve Birleşik Devletler vatandaşlıklarım var. Eşimle New York-New Jersey sınırında olan evimizde yaşıyoruz. Çocuklarımız ve torunlarımız var.
AS: Son olarak taraftarlarımıza bir mesajınız var mı?
TS: Demek beni unutmadınız… Ben de sizleri asla unutmadım!